28 Aralık 2009 Pazartesi

Her milletin beyazı, beyazlığını bir şekilde yaşıyor…

Avrupa’daki göçmen Türkler’in beyaz olanları vardır; iyi yaşayan, lüks yerleri mesken tutan, çoğu Türkün gidemediği mekanlarda eğlenen.

Bu gurbetçi beyaz Türkler, diğerlerinin aynı mekanlarda bulunmasını bile istemezler. Alman, Fransız, Hollandalı veya Avusturyalı arkadaşlarıyla daha bir anlaşır görünür, koyu sohbetlere girişir, ayrıcalıklarını doyasıya yaşarlar. Kendi aralarında ise birbirleriyle gururlanır, ev sahibi ülke insanlarını alaya alırlar; diğerlerini, yani gurbetçi ezik Türkleri ise kaale almazlar.

Avrupalı arkadaşlarının zaman zaman tekrarladığı “Sen diğerlerine benzemiyorsun” lafından pek hoşlanır, farklı olduğunu hissetmenin keyfini duyarlar.

Oysa bunu söyleyen Fransız dostunun, onu böyle pohpohlarken, kendi seviyesinin altında tuttuğunun ayırdına bile varmazlar. Sen bize benziyorsun anlamına gelen bu söylemin, “bize benzeyerek değerini yükseltiyorsun” anlamına da gelebileceğini düşünemez ya da düşünmek istemezler.

İstanbul’un seçkin semtlerinden birinde, lüks bir lokantada oturan bir grup genç kürtle karşılaştım geçenlerde. 5 kişiydiler. Kazançları, halleri vakitleri yerindeydi, belli. En gençlerinden birinin kulağında küpe vardı. “Bizim yeni parti BDP mi oldu şimdi” diye sordu. DTP kapatılalı henüz birkaç gün olmuştu. “Evet, öyle olacak” diye cevapladı içlerinden bir diğeri.

İki dakika kadar sonra ise konu şuraya dönmüştü: “Senin arabanın markası, bizim kimyamızı bozuyor.”

Böylece diğerleriyle, yani ezik kürtlerle farklarını da ortaya koymuş oldular(!), bu beyaz Kürtler.

Bir anda Avrupa’daki beyaz Türkler’i anımsadım…

"Ben kürdüm" modası almış başını gidiyor şimdilerde. Nerdeyse her sohbetin ortasında geçiyor.

“Ben kürdüm, daha sekiz yaşında bir çocuktum, Kürtçe konuştuğum için dayak yedim öğretmenimden” diyor Bahri, katıldığı bir ortamda, yeni tanıştığı insanlara. Sonra da Kadıköy Vergi Dairesi'nde nasıl rekortmen olduğunu anlatıyor. Ortam hemen reaksiyon gösteriyor, oradaki birçok kişi bir anda Kürt oluveriyor ve başlanıyor çeşitli anıların anlatılmasına.

Kürt olduğunu dile getirmeyen bazı misafirler ise bir anda mahcup duruma düşüyor, kendini kötü hissediyor. Bazıları ise hak veriyor, anlayış gösteriyor. Sonrasında işler şakaya vuruluyor ve eğlenceye devam ediliyor.

Her milletin beyazı, beyazlığını bir şekilde yaşıyor.

20 Aralık 2009 Pazar

Hayata dair...

Bize değer verenleri ağlatır, vermeyenler için ağlarız...
Bizim için hiç ağlamayacaklara değer veririz...
Garip ama gerçek...
Bir kez bunu anlasak,
değişmek için hiçbir şey geç değil...

Uyandığında iki seçeneğin olur;
tekrar uyuyup bir rüya görmek,
ya da uyanıp rüyanın peşinde koşmak...
Hep meşgulsen, hiç müsait olamazsın...
Hep zamanının olmadığını söylersen, hiç zamanın olamaz...
Hep “yarın yapacağım” dersen, yarın hiç gelmez...
(...)

Herakleitos

6 Aralık 2009 Pazar

Değişmek, hayatın neresinde olduğumuzun ölçüsü müdür?..

Elde ettiklerimizden vazgeçip yenisine yönelmek midir değişmek,
veya üzerine katıp yeniden yoğurmak mıdır kendimizi?

Hiç durmadan değişen günümüz dünyasına katkıda bulunmak,
Ya da uyum sağlamak zorunluluğu mudur?

Sahi, zorunlu mudur değişmek,
Eskiden vazgeçmeyen, eskimiş anlamına mı gelir?

Kolay mıdır değişebilmek,
eski eşyalarınızı verip yenisini almak gibi bir şey midir?

Gerekli midir,
sizi tazeler, yeni bir enerji mi katar?

Değişenlerle değişmeyenlerin arasına mesafe mi girer,
araları mı bozulur, eski dostlar olsalar da?

Eskiyi mi unutturur,
unutmalı mıdır eskiyi?

Değişme olmazsa, gelişme olmaz mıdır,
gelişme bizi geleceğe mi taşır?

Bir içgüdü müdür,
doğanın her baharda yenilenmesine mi benzer?

Yeniyi kabul etmek midir değişmek,
ya da eskiden bıkmış olmak mıdır?

İleriye doğru yol alabilmek için,
bilinmeyene kucak açabilmek midir?

Gücü korumak,
bayrağı elde tutmak mıdır?

Bir ölçü müdür değişmek,
hayatın neresinde olduğumuzu mu gösterir?

Akıntıyla yüzen ölü bir balık olmamak için mi,
gereklidir değişmek?